Zamlara tepki için Başak Hanım blogunda bir yazı yazmış. Ayça Hanım da bunu destekler nitelikte bir yazı ile devam etmiş. Bu sözleri desteklememek elde değil. Ben de konuyu desteklemek adına bir yazı yazmayı ancak bir miktar daha farklı bir açıdan yaklaşmayı yeğledim.
Birkaç yıl önceydi. Sokaklarda ne kadar çocuk çalıştığının ne farkındaydım aslında ne de çok umursar bir durumdaydım. Aileler neden çocuklarını zor şartlarda çalışmaya zorlar ki diye hayıflanır dururdum hatta. Sonra birden bir gün elimdeki çikolatayı sokaktaki çocuklara vermemle ve onların çikolatayı hiç yememişçesine -belki de hiç yememişlerdi- ağızlarına sokarak yediklerini görünce bir anda mutluluğu ve sıkıntıyı aynı anda hissettim. Bu olayı yaşadığım yer Başkent idi; ne Doğu'nun ücra bir kasabası ne bir köy yeri ne de fakir/aç/gariban diye tabir edilen yurdum köşelerinden birisi değildi. Bildiğimiz Başkent, Ankara...
O günden sonra hem gözümün gördükleri hem de objektifime girenler bir anda değişmeye başlamıştı ve sanki bütün yurdu, özellikle metropol diye tabir edilen mega köylerimizi bir anda çalışan çocuklar basmıştı. Her yerdeydiler, her köşe başında, her durakta, her meydanda. "Abi beni de çek diye bağırıyorlardı" sürekli. (Elinizde fotoğraf makinesi ile gördüklerinde ve özellikle de simanız tanıdık ise bu sözü sık sık duyarsınız).Fotoğraf çekip gitmek yapabileceğim birşey değildi artık, çekip gitmek sonuçta. Sanki kurbanının cesedine geri dönen katil misali bir çocuğun fotoğrafını çektiğim yerler geri çağırır oldu beni, kimi zaman elimde bir baskı ile kimi zamansa küçük bir şekerleme veya çikolata ile. Sohbet ettikçe aslında diğer çocuklardan farksız olduklarını daha iyi anlamaya başladım. Onların da vardı birer hayatı, okula gidiyordu hatta birçoğu. Aileleri zorla göndermiyordu çalışmaya, onlar daha küçücükken bu yükü kendilerine sorumluluk bilmişlerdi.Oyuncakları kimi zaman bir boya sandığı, kimi zaman sattıkları kağıt mendil paketleri, bazen yuvarladıkları taşlar, yerde buldukları içeçek kutusu oluyordu; onlara göre de olsundu, ne de olsa oyuncaktı, çevredeki insancıklar onlara kızmadığı sürece eğlendikleri birer malzemeydi işte, Türkiye malı oyuncaklar. Hatta kimisine göre de en az 2 kardeşleri daha olmalıydı ki 3 sayısını tutturabilmelilerdi, daha fazla aç, daha fazla açık, daha fazla gariban, daha fazla robotlaştırılmış, daha fazla düşünemeyen olmalılardı. Hem neyineydi ki sözüm ona "Büyük Adamların" düşünen çocuklar yetişmesini istemesi, aklı yaşam zorluğunda, kulakları karnının gurultusunda olan insanlar başka neyi düşünebilirlerdi ki?
Temel ihtiyaçlarınız zamlanmışsa düşünmesi unutturulmuş bir toplum olarak farkına varabilir misiniz? Farkındalık içerisinde olan insanların da saçma görsel bombardımanlar, uydurulmuş haberler, değiştirilmiş gündemler sayesinde asıl hatırlaması veya görmesi gerekenlerin dışında yaşaması anormal mi? Henüz küçük bir çocukken sefaletle karşılaşmışsanız vereceğiniz savaş toplumsal mı olur yoksa hayatta kalmak adına bireysel midir?
Peki bu çocuklar ne olacak? Peki bu çocuklar büyüyünce ne olacak ve nasıl olacak? Peki biz ne olacağız? Maaşlarımızla artık hangi temel ihtiyaçlarımızdan vazgeçmek zorunda olacağız?
Not: Kendi enflasyonunuzu öğrenmek için küçük fikir. Aylık market alışverişi fişlerinizden bir tanesini saklayın ve gelecek sene aynı dönemde markete gidip aynı ürünlerin fiyatlarını kontrol edin. Birilerinin şaka yaptığını anlayacaksınız... (Bizim evin enflasyonu -temel giderlerde: ulaşım, temel gıda, temizlik, zorunlu ihtiyaçlar (elektrik, su, ısınma vs.) %50 civarında)
Fotoğraflarlar İlgili Not: Üstten alta doğru Ankara/2009, Ankara/2007, Ankara/2007, Ankara/2007, İstanbul/2008. Ülkenin en büyük 2 şehrinden size birkaç fotoğraf, buyrunuz efendim.
3 yorum:
Ağlattın yine beni... Acıdığım için ağlamıyorum biliyorsun, kişisel YAPABİLDİKLERİMİZin kısıtlılığına. Neyse çok iyi oldu Başak'ın böyle bir yazı yazması. Tekrar teşekkürler.
Ne güzel yazmışsınız. Benim üzüldüğüm, yapabilecek çok şeyimiz olmasına rağmen sivil bilinçle önümüze bir dolu engel çıkması.Yıllardır yaşıyoruz biz bunu,www.anayuregi.org bizim derneğimiz bir kaç deli anne kurduk derneği ama arkanıza bizi almazsanız yola devam edemezsiniz dediler,gayri resmen.Çocuklarım için çok endişeleniyorum, öyle kötüye gidiyor ki her şey.
Bizim şu şartlarda yapacağımız sanırım bunların fotoğraflarını çekip bilginlendirme/bilinçlendirme çabasında olmaktır Ayça. Kameralarımız sanat aracı yerine belge aracı olarak daha çok hizmet verirse amacımıza daha kolay ulaşırız.
Sevgili Kaymaklı Kadayıf, sivil oluşumların daha da artması sanırım engellerin ve engelcilerin oran olarak azalmısını sağlayacaktır. Senin adına sevindim, gönüllü olarak yapabileceğimiz birşeyler olursa lütfen haber ver bize.
Yorum Gönder