31 Mart 2009 Salı

Dijital Dersler-2 (Başlangıç ve Fotoğrafı Küçültmek)

Yazının başında tekrar belirteyim. Çoğu zaman photo impact (upi) tercih ediyorum ancak çoğunluk tercihi photoshop (ps) olduğu için birçok şeyi ikisinde birden anlatmam gerekecek. Bendeki versiyonlar photoimpact x3 ve photoshop cs2. Her iki program için de ortak olan noktalarda hangi programa ait olduğuna dair ayrıca açıklama yazmayacağım.

Fotoğrafı açmak: Fotoğrafı sürükleyip program içine bırakın ya da üst menüden file--->open. Kısayolu ctrl+o

Fotoğraf üzerinde çalışmaya başlamak: Ben tercihen fotoğrafları küçültmeden işlemleri yapıp gerekiyorsa daha sonra küçültüyorum. Kimi zaman da küçük boyut üzerinde test yapıp büyük boyutta da aynı işlemleri uyguluyorum.

Fotoğraf boyutunu küçültmek: UPI: Adjust menüsünün altından resize (ctrl+g) Şekil-1'deki menü karşımıza çıkar. PS: Image menüsünün altından image size (alt+ctrl+I) Şekil-2'deki menü karşımıza çıkar. Şekil-1 ve şekil-2'deki A harfli, kırmızı ile yuvarlak içine alınmış değerlerden görüntümüzün boyutunu ayarlayabiliriz.
Fotoğraflarımızı küçültürken orjinal oranına sadık kalalım. B harfli kırmızı yuvarlakla gösterilen yer işaretli ise biz görüntünün enini veya boyunu değiştirirken, diğer değeri program otomatik olarak ayarlar.Çözünürlük: Dpi tanımlamasını hepimiz duymuşuzdur. Dot per inch yani bir inche düşen nokta sayısını ifade eder. 300x300 dpi çözünürlükte bir fotoğrafta bir santimetrekarede yaklaşık 13950 adet nokta bulunur. Çözünürlük arttıkça kalite artar. Ancak bilgisayar ekranları 72 dpi ile 96 dpi arası görüntü verirler. Günümüzdeki baskı merkezlerindeki cihazlar da yaklaşık 300dpi çözünürlük ile basarlar. Kısacası 300 dpi çalışmanızı veya kaydetmenizi tavsiye ederim. (C harfli kırmızı yuvarlak)

Dosyayı kaydetmek: Hemen hemen her programda olduğu gibi File menüsü ---> save (ctrl+s). Farklı kaydetmek için (farklı isim, farklı dosya formatı vs) file menüsü ---> save as (ctrl+shift+s)

30 Mart 2009 Pazartesi

Seçim 2009-Ankara

Seçim hakkında herhangi bir yazı yazmayacaktım ama günün bu saatlerine kadar gelişen olaylar beni de yazmaya itti.

Sabah zaten iş yerinde hareket yiyerek başladım güne, "Ne oldu bak Melih aldı" diye de hareketle beraber laf yedim. Ben zaten alacak diyordum ama almamalı diye de diretiyordum. Bugün de almamalıydı diye diretmeye devam ettim.

Şimdi benim bu kadar rahat konuşmamın ve iş yerinde muhalif ses çıkarabilmemin sebebini açıklayayım. Birisi mevcut hükümet veya mevcut belediye başkanı hakkında söz söylemeye kalksa "Sen zaten chp'lisin" tepkisi ile karşılaşabiliyor. Benim partim yok, herkes fenerbahçeli olduğumu biliyor (parti değil takım tutarım). Ankara'ya sonradan geldiğim için dışarıdan gözlemlerimi aktarıyorum sürekli.

2005 yılının sonlarında Ankara'ya yerleştiğimde burası büyük Aksaray (İl olan, hani 68 plakalı. Benim memleket olur da) demiştim. Aynı zamanda evimizi paylaştığımız çocukluk arkadaşım da bana "Hadi len" demişti. Şartlar değişti, o artık İstanbul'da yaşıyor. Ankara hakkında söylediklerini duymayın gitsin :)Bu sabah da Ankaralı abilerime sordum, yahu dedim ne yaptı bu adam? Büyük projeleri sıralıyorum, 15 yıldır yapılan. En azından bana söylenen.

1-Aşti (Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesi): Dedim ki yapmayın abi, bunu Aksaray'da bile yaptılar, alt tarafı otogardır, otobüs terminalidir ıhk, anlamadılar. Diyemedim ki aşti var da evime götüren servis bile yok.
2-Metro tünelleri: Turistik ziyaretlere açmışlar, ama içinde tren yok hala, ilginç bir yatırım.
3-Alt geçit-Üst geçit: Benim her sabah işe gelirken trafiği kilitleyen ve çileden çıkaran yapılar.
4-:S*?/: Pazar esnafı kibarlaşması. Keçiören'in eski belediye başkanı Altunok yaptı diye biliyordum ama hadi neyse, çok da önemli değil. Toplu ulaşımda ve sokakta, bana bile yiyecek gibi bakan insanları sonuçta belediye değiştiremez.

Susuzluktan kırılan bir başkentin kaderini belediye değiştirebilir. Yahu ne anlatıyorum ben, geçen yıl ağustos ayında mesai çıkışı memlekete gidip banyo yapıp, çamaşırlarımı yıkattım. Saçlarımı da 3 numaraya vurdurdum. Sabah da tekrar geri döndüm işe. Ne yaşadığımı anlatmaya yeter mi sizce? (Ankara-Aksaray yaklaşık 3-3.5 saat, 225 km)

Karayalçın'ı sağdaki kesim istemiyor, Mansur Yavaş ise "Beypazarı ile büyükşehir aynı mı?" tepkisi alıyor. Yahu gazeteci İbrahim 20 senedir ne iş yapıyor? Belediye'nin fotomuhabiri mi sanki?

Kimseyi eleştirecek değilim, aksine demokrasinin kılıcı keskindir, halkımız bunu tercih etmiştir, kendi layığı da budur diyorum sadece. Ama ama ama...

Ben anlatmayayım fotoğraflar anlatsın yine, 2008 yılı Ankara'sına ait. Tamam, Altındağ, Gölbaşı, Beypazarı gibi ilçelerde gözle görülür değişimler yaşanıyor ancak tamamen ilçe belediyelerinin kendi başarıları demem gerekiyor. Benim bu 3.5 senede gördüğüm, büyükşehir uyuyor. Yiğidi öldürüp hakkını yememe adına değişimle ilgili fotoğraflar da koyuyorum Ankara Kalesi civarından.
Kentsel dönüşüme güzel bir örnek. Altındağ Belediyesi bu işi başarıyla yapanlardan ama sadece onların çabası da Başkent'i Başkent yapmaya yetmiyor.
***

Ayça'yı teskin etmeye çalışıyorum. Bir önceki seçimde oyları seçim kuruluna teslim ettikten sonra telefonda hüngür hüngür ağlarken de o beni sakinleştirmek için dil dökmüştü :) Şimdi daha farklı bir yöntemle kendimi de rahatlatıyorum. Malum dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel renkli bir kişilikti. Yani bizim çoban Sülü. Sevsek de sevmesek de bu ülkeye gerçekten hizmet etmeye çalışmış siyasetçilerimizden. Bizden birisi olmuştu, tıpkı tombul Turgut Özal, güleç Erdal İnönü gibi. İşte, şapka adamın sözlerini okuyup neşeleniyorum :) İnternette birçok yerde kaynak var bununla ilgili ama size buyrun bir link vereyim, belki siz de neşelenirsiniz biraz.

***
Kusura bakmayın, biraz uzun oldu. Demokrasimize hayırlı uğurlu olsun efendim, iyi günler...

27 Mart 2009 Cuma

Fotoğraf Çekmek-6 (Yakın ve Yalın olun)

Fotoğrafımızı evde de çeksek dışarıda da çeksek, yalın olması konunun ortaya çıkmasını ve daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Kalabalık bir kompozisyonda asıl anlatmak istediğimiz yahut vermek istediğimiz kaybolabilir. Bu yüzden fotoğraflarımızı olabildiğince sade çekmeye gayret etmeliyiz. Peki yalın fotoğraflar elde etmek için neler yapabiliriz?

Konuya yaklaşın: Çekmek istediğiniz objeye olabildiğince yakın olun. Konuyu büyütmek için zum yapmaktansa konunun yakınına girmeyi tercih edin.

"Eğer fotoğrafların yeterince iyi değilse, yeterince yakın değilsindir." Robert Capa
Soldaki fotoğrafta çocuk uzak kalmış ve çevredeki kalabalık ve insanlar yüzünden konunun içinde kayboluyor. Sağdakinde ise konu belirgin. (2007-Ankara)

Açınızı değiştirin: Mümkün olduğu sürece daha yalın fotoğraflar için kendi konumunuzu ve makinenizin konumunu değiştirin. Fonun daha sade olduğu bir yön (örneğin bir duvar, gökyüzü gibi) tercih etmeye çalışın.

Soldaki fotoğrafta martılar çok da belli değil, hemen diğer kenardan çekilen fotoğrafta ise lambanın üzerindeki iki martı gayet belirgin. (2007-Büyükada, İstanbul)
Diyaframı açın: Küçük diyafram değerleri ile net alan derinliğiniz azalacak yani arka taraf flu olacaktır. Açınızı değiştirmek veya konuya yaklaşmak mümkün değilse (fiziki şartlar, ışık şartları, zaman gibi sebepler olabilir) açık diyafram iyi bir tercih olabilir.

Fon kağıdı/perde kullanımı: Dışarıda yapılan çekimlerde mümkün olmasa bile evde yapılan çekimlerde kırtasiyeden 50 kuruşa alınan fon kağıtları iyi iş görürler. Çekim yaptığınız masadaki/tezgahtaki fazlalıkları bir kenara kaldırmak veya çok desenli olmayan bir kumaşı kullanmak da asıl çektiğiniz objenin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

Soldaki fotoğrafı Ayça Hanım masanın üzerinde kalabalık bir ortamda çekmiş. Yine keçeden yapılan sağdaki çanta ise beyaz fon kağıdı üzerinde. Sağdaki çanta gözüme daha güzel geldi :)

Dijital Dersler-1 (Giriş)

Ön Açıklama: Çok sık fotoğrafla ilgili ders tadında bilgi veremiyorum farkındayım. Bunun sebeplerini kısaca sıralayıp affınızı isterim. Öncelikle o kadar çok şey yazmak istiyorum ki ne yazacağıma karar veremiyorum :) Yazıları da genelde not defterime servisle işten eve dönerken yazıyorum ama daha çok örnek fotoğraf olması için araştırmam veya çekmem gerekiyor. Bir de konuları olabildiğince sade bir dille anlatmalıyım ki anlaşılsın. Tam yazmaya karar verdiğimde de iş yerimin internet sorunları çileden çıkarabiliyor. Bu yüzden kusura bakmayın. Halbuki fotoğraf dersleri konusunun ve sokakta fotoğraf çekmek konusunun bir sonraki yazıları çoktan hazır bile.

Aslında ders kelimesi fazla iddialı geliyor ama yerine başka birşey bulamadım. Amacım ders vermek veya çok biliyorum demek değil, naçizane bildiklerimi paylaşmaya çalışmak.Dijital Dersler - Giriş
Çok fazla dijital bilgiye sahip olduğumu söylemem mümkün değil. Ancak bu konuda hiç bilgisi olmayan ya da kısıtlı bilgiye sahip arkadaşlara faydalı olabileceğini düşündüğüm için ucundan kıyısından değinmek istedim.

Piyasada gerek paralı gerekse ücretsiz birçok program bulunuyor. Temelde aynı işlevlere sahip olmalarına karşın Adobe Photoshop, Ulead Photo Impact gibi daha gelişmiş ve Picassa, Irfanview, Gimp gibi daha çok kullanıcı dostu programlar mevcut. Duyduğum ve okuduğum kadarıyla google tarafından ücretsiz olarak dağıtılan Picassa basit ve bir o kadar da kullanışlı (Bilgisayarımda yüklü olmasına rağmen fazlaca kullanmadım).

Bu yazı dizisinde daha çok photo impact (UPI) ve photoshop (PS) ile ilgili temel bilgiler vermeye çalışacağım.

Başlamadan önce uygulamamız çok fayda getirecek bir not ileteyim. Lütfen, üzerinde işlem yapacağınız fotoğrafların kopyasını farklı bir yere alıp orada çalışın. Her zaman elinizde fotoğrafın işlenmemiş, orjinal bir yedeği bulunsun. Hem tekrar işlem yapabilmek adına hem de ileride doğabilecek izinsiz kullanılma gibi hukuki durumlarda kanıt olabilmesi adına.

Sıradaki dijital yazımız fotoğrafı açmak ve fotoğraf ile çalışmaya başlamak. İyi günler efendim.

25 Mart 2009 Çarşamba

Sıcacık Çorba

İş yeriniz bazen cehenneme dönüşebilir. Odanızın kapısını kapatıp dünya ile ilişkileri kesersiniz böyle durumlarda. İki gündür bunu yaşarken, hazır oda arkadaşım da yıllık izindeyken fotoğraflarıma göz atayım dedim. Fotoğraf sayısı çoğaldıkça toparlamak ve neyin nerede olduğunu hatırlamak güç oluyor. Arada bir, fazlaca ellenmemiş klasörlere girip düzene koymaya çalışırım. Hatta bazen "Bunu ben mi çekmişim" dediğim fotoğraflar olur.Klasörün adı nişan. Nişan fotoğraflarımızın olduğu yer değil tam olarak aslında. Nişandan önceki gün alışverişe çıktığımızda çektiğimiz fotoğraflar da orada kalmış. Bir anda gözüme bu fotoğraf ilişti. Çekerken neler hissettiğimi hatırladım. Tek bir kare çekmiştim, içim çok elvermemişti. Normalde böyle tezatlıklar yakaladığında fotoğraf çeken birisi konunun en güzel fotoğrafını çekebilmek için uzun zamanlar harcar, onlarca kez deklanşöre basar. Tek bir kare çekebildim, ardından uzaklaştık oradan.

Görünce fotoğrafı tekrardan hissettim aynı duyguları. Sorular geldi bir anda aklıma. Acaba özellikle mi çorba reklamının bulunduğu otobüs durağını seçmişti, rüyasında sıcak birşeyler görebilmek için? İstanbul'un orta yerinde, gürültünün ortasında nasıl alışmıştı uyumaya? Peki rüyasında ne görüyordu acaba? Van münüt ingilizce dersleri mi yoksa hamdolsun arapça dersleri mi geçiyordu beyninden? Tokluk onu teğet mi geçmişti? Askerlik yapmış mıydı acaba ve orada da böyle yan gelip yatmış mıydı?

Çok zor mu sandın, hemencecik yaptım. Sanki, yöneticilerin ülkenin içine nasıl yaptığını anlatan bir slogan gibi olmuş. Bravo Maggi.

"Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" demişti Peygamber. Yok yok korkmayın, bu amcanın evi yok, bu durumda komşumuz olamaz zaten...

24 Mart 2009 Salı

Fotoğraf Çekmek-5 (Çekim Modları ve Poz Göstergesi)

Elimizde makineler. Anlatıyoruz da anlatıyoruz, enstantane, diyafram, ISO vs. Peki bunları nasıl uygulayacağımızı veya makinemizi nasıl kullanacağımızı neden anlatmıyoruz? Bir anda aklıma geldi. En çok sıkıntı çektiğimiz konulardan birisi diye ve birşeyler yazmaya başladım efendim.

İlk yazılarımda bahsetmiştim sanırım, fotoğraf makinelerinizin kullanım kılavuzları en iyi temel fotoğraf eğitimi kitapçığıdır diye. Bu arada da üşenmedim, araştırdım. Neredeyse her fotoğraf makinesinin üzerinde bir halka var (Şekil-1). Olmayanların da çekim menüsünden ayarlama yapılabiliyor.

Öncelikle her makinede ortak olan P,S,A,M modlarını öğrenmemiz gerekir. Bu ayarlar sadece diyafram ve enstantane ile ilgili olup diğer kontroller sizdedir.

P- Programmed Auto : Diyaframı ve enstantaneyi otomatik ayarlar. Bugüne kadarki deneyimlerim bu modun, az ışıklı ortamlarda öncelikle diyaframı sonuna kadar açtığını, ardından enstantaneye müdahele ettiğini göstermiştir bana (Makineden makineye değişme ihtimali var). Kontrolün sizde kalmasını istiyorsanız pek tercih edilen bir mod değildir.

S- Enstantane Öncelikli (Shutter Priority): Siz enstantaneyi ayarlarsınız, ışık şartlarına göre diyaframı makine ayarlar. Bu modu, örneğin trenle yolculuk yaparken dışarıyı çekmek için kullanıyorum. 1/500 sn'ye (500) enstantaneyi ayarlayıp diyaframa karışmıyorum. Tren hareketli olduğu için, hareketin donması adına 1/500 sn genelde yeterli oluyor.

A- Diyafram Öncelikli (Aperture Priority): Siz diyaframa müdahele edersiniz, enstantaneyi makine ayarlar. En sık kullandığım mod. Benim için öncelik alan derinliğinde olduğu için ve çoğu zaman manuel modda ayar yapmak kareyi kaçırmama sebep olabileceği için, ışık şartlarına göre diyaframı istediğim bir değere getirip makine boynumda dolaşırım.

M- Manuel: Kontrol tamamen sizin elinizdedir. Hem diyaframı hem de enstantaneyi ayarlarsınız.

Bu ayarları elbette kafamıza göre yapmıyoruz. Şekil-2'de görüldüğü gibi her makinede +|ıı|ıı0ıı|ıı|- gibi bir pozlama göstergesi bulunur (+ ve - yer değiştirebilir makineye göre). Bu gösterge vizörün içinde altta olur. Ancak LCD ekrandan çekim yapılan makinelerde de genelde ekranın alt tarafında bulunur. Tam orta nokta "0" makineye göre tam/doğru pozlama yaptığımız, (-) az (+) ise fazla pozlama yaptığımız anlamına gelir.

(+) pozlanan fotoğraflar daha parlak (-) pozlanan fotoğraflar ise daha karanlık çıkarlar.Her makinenin ışığı farklı ölçme yöntemleri vardır. Hatta bize seçenekler sunarlar. Bu konuyu ilerleyen zamanlarda anlatmaya çalışacağım.

P,S ve A modları her zaman doğru pozlama yapmayabilirler. Baktığınız ekranın ortasında çok parlak bir cisim olması eksik pozlamaya, koyu renkli bir cisim veya nispeten daha gölgede bir bölge olması da fazla pozlamaya sebep olabilir. Bunun için pozlama telafisi kullanılır. Pozlama telafisi tuşu veya menüsü genelde makinenizin üzerinde veya çekim menüsünde, kolayca ulaşabileceğiniz bir yerdedir (Şekil-1 ve Şekil-2'de mavi halka ile belirtilen yerlerde Nikon D40'ın makine üzerindeki pozlama telafisi butonu ve çekim menüsündeki pozlama telafisi seçeneği görünmekte). Bunun için öncelikle kendi makinenizi tanımanızı tavsiye ederim.

Makinenizin 0'da doğru pozlayıp pozlamadığını anlamak sizin elinizde. Örneğin ben makinemi genelde -0.7 pozlama telafisi ile kullanıyorum. Çünkü bu değerde elimdeki makine daha iyi sonuç veriyor. Deneme yanılma yöntemini kullanabilirsiniz.

Ya da hiç uğraşmayın, buyrun size kamera incelemeleri yapan birkaç site linki;
Letsgodigital (türkçe)
Dpreview (ingilizce)
Ken Rockwell (ingilizce)

19 Mart 2009 Perşembe

Lakap Mimi ve Anket

Ankette çoklu oy verme seçeneğini koyduğumu zannediyordum ama koymamışım. Fazla olmasa bile beni izleyenlerin yarısı kadarı oy kullanmış oldu ve sonuçlara göre fotoğraf dersleri ile içinden geldiği gibi seçenekleri önde gitti. Ben de şimdi olduğu gibi, bir miktar fotoğraf dersleriyle bir miktar da aklımdan ne geçtiyse devam etmeye karar verdim. Yani olduğu gibi :) Ama bu derslerde merak ettiğiniz veya öğrenmek istedikleriniz ne ise beni yönlendirirseniz daha kolay olur.

***

Ayça Hanım beni mimlemiş, lakaplarımı bilmiyormuş gibi sanki. Çok fazla takma ad takılan birisi olduğumdan dolayı, tarih sırası ile en çok kullanılanları yazayım.

Elmacı (Derste bile elma yediğim için)
Ayı (Sanırım ortaokul dönemlerinde fazlaca kilo aldım)
Kova (Kalecilik günlerinden kalma)
Galileo (Çok uzun hikaye)
Sokak Komandosu (Bilgisayar oyunlarından ve giyiniş tarzımdan kalma olsa gerek)
Doktor (Tıp fakültesi macerası sonrası, hala bazı arkadaşlarım doktor diye çağırır)
Mogi (Yine bir bilgisayar oyunundan kalma, Semion Mogilevich isimli mafya elemanının isminin kısaltılmışı)
Ganara (En son ve en çok yapışan takma ad)

O dönemler arkadaşlarla aramızda Age of Empires (AOE) isimli oyunu oynardık sıkça. Tatillerde de memlekette buluştuğumuzda Mehmet Abi'nin internet kafesine gider bağıra çağıra çocuklar gibi eğlenirdik. Dost-net bizim için öyle bir yere dönüşmüştü ki evden farksızdı. Uyanınca soluğu orada alır, orada buluşur, orada yemek yerdik.

İşte öyle bir gün yemeklerimizi getiren çocuğa daha yemeye başlamadan bir tane daha sipariş verdim. İkincisi geldiğinde de üçüncüsünü (Bu arada oyuna devam ediyoruz). O sırada arkadan bir ses yükseldi "Nası bir ganaraymışsın la ayan" diye. O gün bugündür ganarayım.
Bilindiği üzere adım Ayhan değil. Bu, arkadaşlarla birbirimize hitap şeklimiz. Tam olarak bir anlamı olmasa da boş beleş adam diye düşünebilirsiniz. İlerleyen zamanlarda ayhans diye bir grup, aynclan adında bir AOE takımı, ayhanizm adı altında bir felsefe akımı oluşturduk.

Ayhan geldik ayhan gideriz be abi...
Haydins, Ful Yaprağı ve Türünün Son Örneği'ni mimliyorum ben de. Haydi bakalım

Görseller Yunus Mısır tarafından oluşturulmuştur.

18 Mart 2009 Çarşamba

Şehirlerarası Terminal...

Otobüs deyince aklıma ilk olarak Çakmak Köprüsü’ne çıkıp rengarenk 45 kişilik araçlara baktığım çocukluk günlerim gelir. Sabah kahvaltıdan sonra çocukluk arkadaşım Tuğrul ile koştur koştur köprüye gidip saatlerce yolu izlerdik. Çoğu zaman da tek başıma giderdim, Kezban Teyze öğle uykusu yüzünden Tuğrul’u bırakmazdı. Aslında oturduğumuz yere çok da yakın değildi ama ben bakıcıma gitmeyi reddedip teyzemin yolunu tutardım, kimi zaman da kaçar giderdim.

O yıllarda memlekete gitmek için otobüs bileti bulamayınca, babam bir 0302 ayarlamıştı hatta otobüs oturduğumuz semte kadar gelmişti. Halbuki ben ne kadar çok severdim Harem’e gitmeyi, lastik yanaklarına beyaz boya çekilmiş parlak jantlı otobüslerin kesif mazot kokularını duymayı. Memlekete gidene kadar da ağabeyimin evden getirdiği Küçük Ceylan ve Küçük Emrah kasetlerini dinlemiştik. O yıllarda pek modaydı. Ağabeyim her ne kadar 80’lerin köklü temsilcilerinden de olsa, evde Michael Jackson, A-HA, U2 kasetleri de dolu olsa memleket yolunda bunları dinletemezdi.

Hiç haz etmezdim memlekete gitmekten, sabaha karşı Tuz Gölü’ne sol tarafımdan doğan güneşin ışığını görmek harici; köy kokuları, at arabaları, toprak yollar rahatsızlık verirdi bana. Ne kadar sevmezsem sevmeyeyim, 8 yaşımdayken, o çok sevdiğim Tuz Gölü’nün en sevdiğim saatlerinde onlarca kez bozulan kamyon zorla götürdü beni bozkırın ortasına, henüz il olmuş bir yere. “Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı” ne demektir hemencecik öğreniverdim zatürrenin de katkılarıyla.

O yıl daha da artmıştı hayranlığım otobüslere. Beni alıp bozkırdan denize götürecek, çok sevdiğim çocukluk arkadaşlarımı, babamı, ben, büyüten teyzemi, Kız Kulesi’ni, Boğaziçi Köprüsü’nü, çeyrek ekmeğin ortasındaki yumuşak kısmı çıkarıp malzemeyi doldurduktan sonra kapatan kokoreççiyi gösterecekti. Ben yine Salacak’ta oturup karşıdaki 3 büyük binayı soracaktım babama, babam da yine “Etap Marmara, Hilton, Sheraton” diyecekti. Gülümsetecekti beni otobüsler.

Aslında büyümeye başladıktan sonra, her ne kadar uzun boylu olmasam da sığmadı bacaklarım dar koltuklara. Bu nedenle en arkayı veya koridor tarafını tercih eder oldum. Yine de otomobille yolculuk yapmaktan çok daha zevkliydi. Birincisi daha yukarıdan bakıyordum dünyaya. İkincisi de her gördüğüm yer hakkında hayaller kurup “Buraya mutlaka gelmeliyim” diyordum kendi kendime. Tuz Gölü’nde çıplak ayak koşmayı, Çamlıdere’de bir köye uğramayı, Yeniçağa’da balık tutmayı, uçsuz bucaksız ovalardaki tek ağacın altında piknik yapmayı hep otobüslerde hayal ettim, yalnız başıma…

Lise ve üniversite yıllarında anneme götürdü beni otobüsler, zamanında hiç hoşlanmadığım bozkıra. Artık arkadaşlarımın birçoğu da o Anadolu kentinde kalmıştı; çorak ve yalın, tüm düzlüğü ve doğruluğuyla. Bozkır, insanını da kendisi gibi yapmıştı; dümdüz, saf, umarsız ve yanık. Kısa tatillerde öz yeni bilmem ne seyahat turizmin 45 kişilik tekerlekli odaları kalbimin bir yarısından diğer yarısına götürdü durdu beni. Aslında bir kamyondu beni bozkırdan koparan, içinde odamın eşyaları ve ufak tefek ayrıntılarla.

Ve yine bir kamyondu beni kalbimin iki yarısının tam ortasına getiren, soğuk Başkent’e terk edip giden. Ve bir trendi en sevdiğimi bana getiren. Zaten biliyordum rengi artık beyaz ağırlıklı, kaç kişilik olduğunu bile söyleyemediğim otoban araçlarının iyilik yapmayacağını; kötülükleri de kamyonlara bırakmışlardı…

Hayaller kurup duruyorum hala yolculuk ederken, diğer araçlardan bir miktar yukarıda. “Buraya kesin gelelim” diyorum. “Şuracıkta kamp atarız” diyor o. Artık yalnız değilim hayallerimde; bana trenle gelen, benimle beraber otobüslerde…

Bu hikayeler hep otogarlarda başladı ve bitti. Kalbimin asıl attığı yere bir otogardan alıp götürdüler beni. Kalbimi de bir otogarda bana verip, benimle beraber Başkent’e gönderdiler. Ne öyküler vardı bu evsiz yurtlarında, sevgililer mekanlarında. Beklerken uyuyakalınan, sabah çorbası içilen, plastik bir bardakta sıcacık çay yudumlanan. On binlerce kalp attı otobüs garlarında her gece ve her sabah, on binlercesi taşındı her gün bir şehirden ötekine; umutlar bagajlarda, gözler ufukta…
Sayın yolcularımız, otobüsünüz 5 dakika sonra hareket edecektir, yerlerinizi almanız rica olunur…

Not: Yazının silinip tekrar yayınlanmasından dolayı özür dilerim. Çalıştığım kurumun teknik problemleri nedeniyle kaynaklanan arızayı düzeltemeyip baştan düzenleme yapmak zorunda kaldım.

17 Mart 2009 Salı

Fotoğraf Çekmek-4 (Uzun Pozlama)

Fotoğraf çekmeye başlayanların merak ettiği bir konu daha vardır. Uzayıp giden ışıklar veya tül görünümü almış sular, şelaleler nasıl oluyor da çekiliyor diye sorarlar. Bilmeyenlerin bu merakını gidermek adına kısaca birşeyler anlatacağım.
f/11 diyafram ile 8sn. pozlanmış bir su görüntüsü. (2008-Düzce) Alttaki fotoğrafta ise F/22 diyafram ile 30 sn Kızılay meydanında trafik pozlandı. (2007-Ankara)

Birçoğumuzun elindeki fotoğraf makinesi 30 saniyeye kadar pozlama yapabilmektedir. Ayrıca 30 saniyeden sonra "B" diye bir ayar görürüz. Bu "bulb" anlamına gelir. Bulb modunda kameramız deklanşöre basılı tuttuğumuz sürece çekim yapacaktır. Dijital makinelerde teknolojisine veya sensörüne bağlı olarak 15-30 dakika kadar pozlama yapabilirken filmli makinelerde basılı tuttuğumuz sürece pozlama devam edecektir.

Her zaman söylediğimiz gibi bu tarz çekimleri yaparken makinemizi sabitlememiz gerekir. Ayrıca makineyi titretmemek için elimizle basılı tutmak veya basmak yerine kendi kendine çekim, kablo deklanşör veya uzaktan kumanda kullanmamız daha doğru olacaktır.

Kısacası hareketli görüntüler elde etmek adına uzun pozlamayı kullanabiliriz. Pozlamamızın uzaması için de kısık diyafram veya bazı filtreler bize yardımcı olacaktır.


Yıldız pozlamasına örnek fotoğraf. Ortada sabit duran Kutup Yıldızı, diğer yıldızlar onun etrafında dönüyor. 78 dakikalık bu pozlama yıldızların gökyüzündeki hareketini gösteren güzel bir örnek. Fotoğrafın üzerini tıklarsanız orjinal bulunduğu yere yönleneceksiniz. Fotoğrafını burada yayınlamama izin verdiği için Travis Favretto'ya teşekkürler.

13 Mart 2009 Cuma

Seçimler Yaklaşırken

Pazar günü şöyle bir dolaşmaya ve birşeyler almaya çıktık. Ben zaten her şekilde fotoğraf çekmek için can atan birisiyim. Parka çıkmak isteyen çocuklar gibi, gel hadi dolaşalım deseniz takar makinemi boynuma çıkarım genelde.

Kadınlar günü olması münasebetiyle yollar kapalı, eylemler var. Kadın kılığındaki canavarlar, amaçsız ve şuursuzca birşeyler anlatıp kendileri dinliyorlar. Belki de binlerce polis güvenlik önlemi almak zorunda. Çünkü her an kadın haklarını bahane edip sivil vatandaşa ve onların mülküne, canına zarar getirebilecek durumlar oluşabiliyor bu tip toplanmalarda. (Çok gazlı bir milletiz ne de olsa)

Zaten büyük caddeler kapalı, trafik allak bullak. Bir de baktık ki o da ne. Sıhhiye'de Necatibey Caddesi'nde yol çalışması var. Aman Yarabbim. Seçim yaklaşıyor ya, işler son sürat devam etmekte (ya da başladı). Gelecek nesillere bir miras bırakayım dedim, mevcut belediye yönetimi göreve devam ederse 5 sene daha buralardan Büyükşehir'e ait at arabası bile geçmez. Keşke sürekli seçim olsa da belediyeler sürekli iş yapsalar...

Ayça'ya kendi tabiri ile ciciler aldıktan sonra Güvenpark'tan geçiyorduk ki bir miktar oturup ayak üstü birer bardak çay içmeye karar verdik. Balon satıcısı, kuşlar, yemci dede, çaycı. Bende farklı hisler uyandırıyor burası. Krizden midir nedir, eski kalabalığı olmasa da cıvıl cıvıldı meydan. Yine polis, yine güvenlik. Bu kadar olumsuz olmamalıydı herşey.

İyi ki balonlar var dedim kendi kendime, iyi ki o balonlarla gülücükler saçan çocuklar var...

11 Mart 2009 Çarşamba

Fotoğraf Çekmek-3 (Pozlama)

Aslında konu genel olarak fotoğraf çekmek, başlıkları ileride değiştirebilirim ama şimdilik böyle gitsin.

Daha önce diyafam ve enstantaneden ufak tefek söz etmiştik. Temel fotoğraf eğitimlerinde de anlaşılması en zor konu olduğunu hissettiğim için olabildiğince basit ve yalın bir dille anlatmaya çalışacağım. Bunun için öncelikle değişkenlerimize değinelim.

Diyafram Açıklığı (F Değeri): Makinemizde gördüğümüz 2.8-4-5.6-8-11-16 değerleridir. Küçük değerler daha açık, büyük değerler daha kısıktır. Objektifinizdeki diyafram denilen yapı net alan derinliğini etkiler. Fotoğrafa yeni başlayanların sıklıkla sorduğu "cisim net arka plan flu fotoğrafı nasıl elde ederim?" sorusunun cevabı buradadır. Diyaframı açıp (değeri küçültüp) fotoğraf çekmemiz gerekir (Ayrıca lensinizin odak uzaklığı ve çekilen cisme mesafeniz de etkiler). Diyaframı açtıkça pozlama süremiz kısalır.










Soldaki fotoğraf açık diyafram değeri (2.8) ile çekilirken sağdaki fotoğraf daha kısık diyafram değeri (11) ile çekildi. Net alan farkı görülmekte.

Enstantane (S Değeri):
Pozlama süremizdir. Ana değerler 30"-15"-8"-4"-2"-1-2-4-8-15-30-60-125-250-500-1000... dır. Enstantane değeri elde çekim sırasında makineyi titretip titretmemiz ve uzun pozlama ile değişik efektler elde edebilmemize yarar. 4" 4 saniyeyi, 125 ise 1/125 saniyeyi anlatır. Ortam ışığı arttıkça enstantane değeri sağa kayar.

ISO (Işık Hassasiyeti): Sensörümüzün ışık hassasiyetidir. 100-200-400-800-1600 gibi değerler ile gösterilir. ISO değeri yükseldikçe daha kısa sürelerde çekim yapma imkanımız doğar. Mesela az ışıklı ortamlarda, akşam evde yüksek ISO değerleri kullanarak el titremesini engellersiniz. Yüksek ISO değerlerinde fotoğrafınız daha çok kumlu (grenli, noise, karıncalı) olacaktır, aklınızdan çıkarmayın. En temiz fotoğraflar düşük ISO değerlerinde elde edilir.










Soldaki fotoğraf ISO-100 ile çekildi. Sağdaki ise ISO-1600 ile (aynı diyafram ve ışık değerlerinde). İki fotoğraf arasındaki kumlanma farkına bakalım. Daha yakından görebilmek için büyük hallerinden ikişer parça kesip ekliyorum (Alttaki fotoğraf). Yeni sekmede açıp büyük haline bakarsanız çok daha iyi anlaşılacaktır.Şimdi bu üç değişkenin birbiri ile bağlantısına bakalım. Öncelikle 2 temel değişken olan diyafram ve enstantanenin birbirine bağlı olarak nasıl değiştiğini aşağıdaki tabloda görelim.f/8 değerinde 1/125 sn ile çektiğimiz fotoğrafı f/2.8 değerinde 1/1000 sn.de çekeriz. Diyaframı kısıp f/16 değerinde çekersek ise çekim süremiz 1/30sn.ye uzar.

Örnek fotoğraflar açıklama açısından daha çok yardımcı olacaktır. Bu akşam evde tripod yardımı ile çekilmiş test fotoğrafları. Alt taraflarına değerlerini de yazdım. Umarım işinize yarar ve konuyu anlatabilmişimdir. Soru sormaktan çekinmeyiniz. İyi geceler efendim...Çoğu zaman tercih etmediğimiz otomatik mod. Genelde üzeri yeşil olan ve auto yazan, diğer otomatik modlar da (portre, makro, gece çekimi vs.) çekim sırasında çok fazla tercih edilmez. Neden tercih etmediğimiz bu örnek fotoğrafla ortada olsa gerek :)

Not: Bütün test fotoğraflarında makinenin jpeg işleme, beyaz ayarı, netlik noktası (en öndeki kestanenin üzerine netlendi) ve odak uzaklığı aynıdır.
Kamera: Nikon D80, Lens: Tamron 17-50, Odak Uzaklığı: 50mm Diğer Ayarlar: Manuel

10 Mart 2009 Salı

Anket

Sağ tarafa küçük bir anket ekledim. Ben bazen ne yazacağıma veya ne ekleyeceğime karar veremediğim için zorlanıyorum. Aslında yazmak istediğim o kadar çok şey var ki. Ankete katılımınız beni yönlendirecektir ve sevinderecektir en azından.

Anket demişken aklıma seçim geldi, seçim demişken de aklıma tabii ki yaşadığım şehir olan Başkent. Yazıyı bir başkent fotoğrafı ile bitirmek istiyorum, arka tarafından. İyi günler dilerim efendim.Ankara Kalesi'nden Altındağ ilçesinin görünümü. (2007-Ankara)

9 Mart 2009 Pazartesi

Gecikmiş Kadınlar Günü Kutlaması

Aslında gününde buraya güzel bir yazı ve ilişkili fotoğraflar ekleyecektim ama haftasonu yoğunluğundan dolayı gecikmiş oldum kusura bakmayın. Aslında fazlaca yazacak birşey de yok, konunun ehemmiyeti ortada :) Ben Anadolu kadınından 2 fotoğraf gösterip yazmadan vermeye çalışacağım anlatmak istediklerimi. (Bugünlerde çok neşeli olduğumdan dolayı neşe dolu fotoğraflar ekliyorum)

Unutmadan yazayım bari, hepinizin kadınlar günü kutlu olsun, sadece işçi/çalışan kadınların günü değil. Bu arada Birleşmiş Milletler'de de 8 martın resmi adı IWD (International Women's Day). Yani emekçi kadınlar günü sözü bana bir miktar siyaset koktuğu için rahatsız oluyorum. Tabii ki bu sabah iş yerine girişte ilk gördüğüm panoda bu sözlerle karşılaşmak keçi ve sevmediği ot atasözünü bana tekrar hatırlattı.

İyi ki kadınlar var, iyi ki annemiz, eşimiz, dostumuz, yuvaları ayakta tutan kadınlarımız... İyi ki Anadolumun o neşeli kadınları bu topraklardalar, nezaketleriyle, sevgileriyle, güçleriyle... Toprağı işleyen, hayvanları besleyen şalvarlı kadınlar. İyi ki bu ülkenin kadınları var ve bizi ayakta tutuyorlar.Ve elbetteki sen, iyi ki varsın ve hayatımdasın...


***Fotoğraflar sırasıylar Kayseri (2007), Aksaray (2008), Ankara (2007)

5 Mart 2009 Perşembe

Beyaz Baston

Aslında bir fotoğraf projesi olarak başladı herşey. Arabada giderken radyodan duyulan bir anons, kafada parlayan bir fikir ve paylaşılması. Kısa bir süre içerisinde görme engellileri desteklemek amaçlı fotoğraf sergisi çıkarmayı amaçlamıştık (Fikir Kerem Abi'ye aitti). Çoğu zaman plansız ve desteksiz projelere olduğu gibi bizim de çalışmamız ölü doğan bebek misaliydi.

Aslında önce Altı Nokta Körler Derneği Ankara Şubesi Başkanı Fermani Bey'le görüşmüş ve destek görmüştük. Bize sıkıntılarını bütün içtenliğiyle anlatmış, Türkiye'de yaşamanın zorluklarından bahsetmişti. Üzerine basa basa görme engelli dememize karşın bize "Ne görme engellisi, kör işte kör" diyerek durumlarından hissettiği normalliği ve bir yandan da rahatsızlığı dile getirmişti.

O konuşmanın ardından ne kadar kör olduğumu öğrendim. Çevremde halbuki ne kadar çok görme engelli varmış benim göremediğim. Hepsi de yaşam savaşı içinde yer alıyorlarmış. Fermani Bey'in bize söylediğine göre engellilerimizin birçoğu zaten evden çıkmıyormuş. Hergün kazılan yolların, dikilen tabelaların onlar için büyük tehlike oluşturduğunu söyledi ve bacağını gösterdi. Aman Allah'ım o da ne! Öylesi bir yara ile 15 gün rapor alırdık herhalde biz.

Yalandan çıkarılan yasalarla vatandaşa ve dünyaya (özellikle batıya) şirin gözükmeye çalışan devlet büyükleri, beyaz bastonu bile paralı yapmış. Beyaz baston zorunlu bir ekipman değilmiş, sigorta karşılamamalıymış... (Yanlış bilgilendirme yapmamak için devlet memurları tedavi yönetmeliği, çıkan genelgeler vs bir miktar inceledim. Bir de üzerine 6 nokta derneğine telefon açtım. Evet bilgi halen güncel, sigorta beyaz bastonu karşılamıyor)

Eminönü'nde karşılaşıp fotoğraflarını çektiğim bu amca (İsmini unuttum, of şu baş ağrısı) çocuklarını okutmak için çalıştığını söyledi. Evet evet, dilenmiyordu, yalvarıp fahiş fiyata kağıt mendil satmıyordu, kimsenin huzurunu kaçırmıyordu. Kimseye yan gözle de bakmıyordu -görebilseydi de bakmayacaktı eminim-. "Fotoğrafları gazeteye vermeyeceksiniz değil mi? Sonra zabıta ile başım belaya giriyor." dedi ve fotoğrafla ilgili yaşadığı bir olayı anlattı. Nasıl yani? Çoğu zaman korsan iş yapanları bile görmeyen zabıta mı?

Ve ben ve biz ve insanlığım... Herşeyim bitti, utandım... Bütün insanlığımdan, yurttaşlığımdan, dünyadan...

Bir bakın çevrenize. Hangimiz daha çok görmekte ya da körmekte? Hangimiz daha kör?

4 Mart 2009 Çarşamba

Fotoğraf Hikayesi Mimi





Aslında hiç sevmezdim tag ve mim gibi kavramları. Çoğu zaman da sıkıcı gelirdi. Sonraları eğlenceli mimleri gördükçe hoşlanır oldum, ilk kez de başka bir sitede Deha'nın yaptığı tagı cevaplamıştım.

Bunu da ben uydurdum buyrun. Hepimizin bir fotoğrafı ile ilgili anısı, anlatacakları, yazacak birkaç kelimesi vardır. Adı da fotoğraf hikayesi mimi olsun :)

Benim hikayem 1 Eylül 2007'de Halfeti'de geçiyor. O tarihlerde fotoğrafçılar buluşması diye bir organizasyon yapılmıştı. Etkinliğin 2. günü kahvaltıdan önce Rumkale'yi karşıdan gören tepeye gidilerek fotoğraf çekilecekti ve tekne ile sular altında kalan eski Halfeti ve çevresi gezilecekti.

Tekne ile yuvarlak içinde T harfli yere indik. Kırmızı oklar kafilenin yürüyüş güzergahını, açık mavi oklar ise ben ve Mete Abi'nin ayrılıp takip ettiği istikameti göstermekte.

1 numaralı yerde fotoğraf çektikten sonra yukarıya doğru yürüdük. Mete Abi beni M harfli yerde bekledi ve ben yüzlerce kişinin gittiği tepeye koştum ve 2 numaralı fotoğrafı çektim. Dönüp Mete Abi'ye "Birşey yok yukarıda, arka taraflara yürüyelim belki bir köy vardır" dedim ve 3 numaraya doğru yol almaya başladık.

3 numaralı yere geldiğimizde bir cami gördük ve elimizi yüzümüzü yıkayıp su içtik. Orada tekerleğe tel geçirip el yapımı oyuncaklar yapmış iki çocukla karşılaştık. Hem onlarla bir miktar sohbet etmek hem de fotoğraf çekip dinlenmek için bir miktar durduk. (Sıcakta erimiş çikolataları da verdik elbette)

Asıl hikaye burada başlıyor. Tam çocukların yanından ayrılacaktık ki içli bir türkü sesi. Hemen sorduk ve "İmam Amca'nın evinden geliyor" cevabını aldık. Gittik, kapıyı çaldık, güleryüzlü bir teyze açtı kapıyı; "Amcanız gelemez, siz içeri buyrun" dedi.

Artık yüzsüzlük mü dersiniz bilemiyorum, içeri girdik. Ahmet Amca bizim elimizi yüzümüzü yıkadığımız caminin eski imamı. Emekli olduktan sonra sağlık problemleri yaşamış, doktorlar da derdine pek derman olamamış aslında.

Bizi sofrasına davet etti, kibarca teşekkür edince de "Benim soframı beğenmiyor musunuz da davetimi kabul etmiyorsunuz?" deyince çok utandık. Beğenmez olur muyduk hiç köy ekmeği, köy yumurtası, mis kokulu çay, en çıkarsız duygulara yapılmış bir davet, teyzemizin pamuk elleriyle yaptığı taze peynir. İnsan bir anda bütün sıkıntılarını unutuveriyor...

Ahmet Amca'nın herkese gönderdiği selamı iletmeyi hala boynuma borç bilirim. Bahar da muhtemelen onu kaybedip götürmediğimiz için hala kızgındır bana :) Teknelerin hepsi kalkmışken bizim için beklettiğinden dolayı teşekkür ediyorum tekrar. Mete Abi de dönüş yolunda o koşuşturma sırasında çektiği fotoğrafların filmini düşürmüştü, ben çok üzülmüştüm. Bir gün sonraki yarışmada ben orada çektiğimiz fotoğraflardan birisi ile sergileme kazanınca benden daha çok mutlu olup zerre kadar üzüntü duymadı kaybettiği filmlerine.

Çok uzun oldu biliyorum, üşenmeyip okuyan herkese teşekkür ederim. (Geveze adam uzun yazar diyebilir miyiz acaba?) Mümkünse aşağıda adı geçen arkadaşları mimliyor ve merakla bekliyorum. İsteyen herkes yapabilir elbette, kimlerin fotoğraf çektiğini çok iyi bilmediğim için kesin bildiklerime gönderdim.

Ayça
Türünün Son Örneği
Haydins
Yelda

2 Mart 2009 Pazartesi

Fotoğraf Çekmek-2 (Işık Oyunları)

Birçoğumuzun derdi fotoğraf sanatını (sanat mıdır ayrı tartışma konusu) icra etmek değildir. Evimizde ürettiğimiz ürünlerin fotoğraflarını çekmek, yaptığımız el işi eserleri veya yemekleri fotoğraflamaktır. O yüzden makinemizin bütün teknik özelliklerini bilmek ve sonsuz bir kompozisyon bilgisine sahip olmaktansa fotoğrafı doğru bir şekilde çekmek önceliğimiz haline gelir. Bir önceki evde fotoğraf çekmek isimli yazıda makineyi sabitlememiz gerektiğini ve bunun sayesinde net fotoğraflar elde edeceğimizi elimden geldiğince anlatmaya çalışmıştım. Bu yazıda da ufak ışık oyunları ile fotoğrafımıza bir miktar yaratıcılık katmayı, bir miktar daha iyi sunum yapabileceğimizi anlatmaya çalışacağım.

Işık hakkında bilmemiz gereken birkaç noktayı iletmek isterim. Birçok internet sitesinde, fotoğraf dersi notlarında hatta kullanım kitapçıklarında da anlatılan ışığın yönleri cepheden gelen ışık, tepeden gelen ışık, yanal ışık, ters ışık ve alttan gelen ışıktır. Yanal ışık bizim en sevdiğimiz ışık türüdür diyebiliriz. Cisme üçüncü boyut etkisini verip doygunluk katar. Bu yüzden evimizde objeleri veya ürettiklerimizi çekerken cephe ışığı (cisime tam karşıdan, yani kamera tarafından gelen ışık -direkt flaş da dahil-) kullanmak yerine yandan veya yan tepeden, yan cepheden verilen ışıkları tercih etmemiz bizim faydamıza olacaktır. Deneme yanılma yolu ile zaten en doğrusunu bulacaksınız.

Evde olduğumuza göre, akşam vakti bir güneşimiz ve stüdyo ekipmanlarına yatıracak da fazladan paramız olmadığına göre kendi ışığını kendin üret sloganı ile yaratıcılık konuşturmaya burada başlıyoruz :) Örneklerle anlatmaya çalışayım.

Bu fotoğrafta küçük bir el feneri ve çakmakların arkasına takılan renkli ışıklardan kullandım. El fenerini çapraz bir açıdan gözlüğe tutarken zarlara karşıdan gelecek şekilde ışık verdim. Sonuçta tonlamalar bu şekilde ortaya çıktı.

Evimizde el feneri, masa lambası gibi ışık kaynaklarımız vardır mutlaka, fotoğraflarımızın arkasına koyup düz bir fon oluşturmak maksadıyla kırtasiyeden 25 kuruşa alabileceğimiz büyük fon kartonları da bir hayli işimizi görecektir. Tabii ki bazı fotoğraflarda fonda mutfağın veya süslediğimiz masanın görünmesini isteyebiliriz, o tamamen ayrı. Ancak evde yaptığımız bir kolyenin masa üstü yerine beyaz veya düz bir fonda sergilenmesi hem eserinizin fondan ayrılmasına hem de daha güzel sunulmasına imkan verir.

Peki ışıkla ilgili bu ufak notlar sadece ev içinde mi geçerlidir? Elbette ki hayır. Dışarıda da fotoğraf çekerken, insan çekerken veya mimari çekimler vs her türlü çekimlerde ışık kuralları aynen geçerlidir. Küçük bir ışık kaynağı ile tam yandan verilen ışık cismin yarısının aydınlık çıkmasını sağlarken güneş gibi ışık kaynakları gölgeler ve doygunluk sağlarlar.
Bu fotoğrafta tam yandan verilen ışık yüzün bir kısmının karanlıkta kalmasına sebep oldu ve bu portre ortaya çıktı.

Burada Ayça Hanım'ın ışık ile ilgili yazılmış yazısını bulacaksınız. Burada da Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü'nün bülteninden ışık ile ilgili bir yazı. Yardımcı olabilir diye düşündüm. El feneri yardımıyla çekilmiş bir fotoğrafa küçük bir örnek daha vererek yazıya son veriyorum. Hepinize mini ev stüdyolarınızda iyi çekimler dilerim.

1 Mart 2009 Pazar

Emek Hırsızlığı Hakkında

Gelir veya çıkar sağlayan bir işte, bir başkasına ait fikri veya eseri kullanmak suçtur elbette. Hele ki bunu kendininmiş gibi göstermek hem yasalar önünde suçtur hem de etik olarak saygısızlık kabul edilir. Bunu neredeyse hepimiz biliyoruz, özellikle birşeyler üretmeye çalışan bireyler olarak.

Ciddi bir forum takipçisi olduğum söylenebilir. Hatta aktif olarak forumlarda sürekli tartışan ve fikrini savunan birisiydim (Artık sadece okuyorum). Uzun zamandır kafamı kurcalayan, bir çok blogda da gördüğüm serzenişlere buradan kendimce bir yorum getirmek istedim.

Fotoğraf sitelerinin forumlarında "Aa bak fotoğrafımı feysbukta bilmem kimin profilinde gördüm, çok ciddi tazminat alacağım" sözlerine neredeyse her gün rastlamaktayım. Buna ilk cevabım "zor tazminat alırsın" olacak. Kişiler bunun üzerinden gelir veya çıkar elde etmediği için size tazminat ödemezler ancak cezalarını alırlar.

Tabii ki bu arkadaşlar kendi oluşturdukları eserleri vazgeçilmez zannederken, fotoğraflarının altına yazdıkları şiirler veya fotoğraf slaytlarında kullandıkları müzikler için ne bir kaynak göstermişlerdir ne de izin almak akıllarının ucundan geçmiştir. Hatta bu arkadaşlar fotoğraflarını işlemek için yazılımların illegal kopyalarını kullanmaktan ve sorgulamaktan geri kalmazlar.

Benzer bir durum yazı yazan (şiir, öykü, makale vs) arkadaşlar için de geçerlidir. Yazılarının orada burada dolaşmasını istemez iken girip fotoğraf sitelerinden beğendiklerini yazılarına ek yaparlar.

Hele bir utanç abidesi var ki anlatamam. Bir gazetenin fotoğraflar sayfasında büyük puntolarla, kırmızı olarak "İzinsiz kullanılması halinde yasal işlem başlatılacaktır" yazmasına rağmen oradaki hiçbir fotoğrafı yayınlamak için izin almamıştır (Hatta kaynak bile göstermez).

Fikrimce, kullandığımız her türlü bilgi ve belge için izin almaya, en azından kaynak göstermeye çalışalım. Başımıza bir şey geldiğinde de bağırıp çağırma hakkımız olsun. Lütfen, önce iğneyi kendimize, ardından çuvaldızı başkasına...
Konu ile ilişkili bir fotoğraf değil elbette. Burada modelliği için uzun zamandır görüşemediğimiz, şu anda Avusturya'da askerlik görevini yapmakta olan canım arkadaşım Deha'ya teşekkürler. (2008-Tuz Gölü, Şereflikoçhisar)